18 Mayıs 2012 Cuma

Ala Camii


Ala camii

Roma, Bizans ve Türk Medeniyetlerini bir arada yaşatan Kadirli merkezinin ayakta kalan tek abidesidir.

2. asrın başlarında Romalılar tarafından bir manastır olarak yaptırılmıştır.Sert taşlarla yapılmış olan bu manastırın doğu cephesinin ortasına 5. asrın başlarında yine aynı dayanıklı taşlarla bir kilise ilave edilmiştir.

Bu kilisenin altı, bodrumdur.Bodruma inen kapı, manastırın batı yönündedir. 1947-1948 yıllarında Halet ÇAMBEL tarafından yapılan çalışmalarda bodrumdan bol miktarda insan kemiği çıkmıştır.

1133 yılında meydana gelen büyük depremde kilisenin batı kısmı hasara uğramıştır. Hristiyanlar, yıkılan bu yeri mahalli yumuşak taşlarla tamir etmişlerdir. (1147’den sonra).

Dulkadiroğlu Alaüddevle Bozkurt Bey’in oğlu Sarı Kaplan namıyla anılan Kasım Bey, bu kiliseyi babası adına camiye çevirerek buraya “Alaüddevle Mescidi” adını vermiştir. Caminin üzerini de kurşunla kaplatmıştır.(1480-1490).

1563 yılında tutulan Kars-zü’l-Kadiriye sancak defterinde Ala Cami civarındaki mahalle “Ala Mescid Mahallesi” olarak geçmektedir.

1695’te Rakka’dan (Suriye) firar eden aşiretler, Kars-zü’l-Kadiriye Sancağını tahrip ve yağma etmişler, bunun üzerine halk, civar sancaklara ve dağlara kaçmış, böylece sancak merkezi boşalarak harabe haline gelmiştir. Bu olayın sonucunda, sadece Ala Cami ile çevresindeki 10-15 kadar kemerli bina ayakta kalabilmiştir. Bu binalar, bezirganlarla çevresindeki aşiretlerin alış-veriş merkezi olmasından dolayı buraya Kars Pazarı denilmiştir.

1865 Islahat’ında Kars-zü’l Kadiriye kazasının kurucusu Binbaşı Hüseyin Hüsnü Bey, harabe halindeki bu camiyi restore ettirmiş, minaresini de onartmıştır. Caminin üzerindeki kurşun kaplamalar, daha önceden söküldüğü için, bu defa üzeri oluklu kiremitle kaplatılmıştır. Cami ve medrese olarak yeniden hizmete açılmıştır. Halk “Alaüddevle Cami’ine kısaca “Ala Cami” demiştir. Islahat’tan sonra ilk müderrisi ve Hocası da Tozlulu Mustafa Hocadır.

Ala Cami, 1868 Zeytun-Ermeni isyanında bir yıl levazım ambarı, 1873-1875 yılları arasında, yaz aylarında “aşar zahire ambarı” olarak da kullanılmıştır.1865’ten 1924’e kadar aralıksız cami ve medrese olarak hizmet vermiştir. Yapının içindeki odalıklarda ise köyden gelen öğrenciler yatılı olarak kalmışlardır.1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkmasıyla medrese, cami cemaatının daha çok öğrencilerden oluşması o yıllarda Hamidiye Cami’nin ihtiyaca cevap vermesi nedeniyle de cami, kendiliğinden kapandı.

1924-1960 yılları arasında Ala Cami kendi haline terk edildi. 1961’de Kaymakam Mehmet Can’ın çalışmalarıyla Kadirli Ortaokulu Müdürü Cahit YÜCEL’in başkanlığında Kadirli Turizm Derneği kuruldu. Bu dernek, ilk olarak camiye yakın evleri Rasim ÜNAL İlkokulu civarındaki belediyeye ait arsaları nakletti. İhata duvarı yaptırmak suretiyle camiyi, şimdiki haliyle koruma altına aldı.

Ala Cami, 4401 metrekare yüzölçümü ile eski eser olarak tescil edilmiş ve buranın mülkiyeti 7044 sayılı yasanın 1. maddesi gereğince Kadirli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1993/178553 sayılı kararıyla Vakıflar Genel Müdürlüğüne verilmiştir.

Vakfiyesine göre cami olarak kullanılmak durumunda olduğu belirtilen Ala Cami, Vakıflar Genel Müdürlüğünün 1996 yılı eski eser onarım programında olup bu konuda çalışmalar devam etmektedir. Vakfiyesine göre onarımı tamamlandıktan sonra cami olarak kullanılacağı Vakıflar Genel Müdürlüğünce belirtilmiştir.

Karaman Kalesi


Karaman Kalesi



Karaman il merkezinde, Hisar Mahallesi’nde bulunan Karaman Kalesi’nin XII.yüzyılda Selçuklular döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Kale XIV.yüzyılın ortalarında Karamanoğulları, XIII.yüzyılda İlhanlılar, XV.yüzyılın sonunda da Osmanlılar tarafından onarılmıştır. 

Karaman Kalesi dış, orta ve iç kale olarak yapılmış, irili ufaklı birbirlerinden farklı olarak dokuz burç ile takviye edilmiştir. Burçların alt yapılarının XIII.- XIV.yüzyıllarda yapıldığı, XV.yüzyılda da üst kısımlarının tamamlandığı sanılmaktadır. Bunun da nedeni taşlar arasındaki renk farklarıdır. 

İç kale köşelerinde silindirik veya pirizmatik şekilli büyük burçlarla sınırlandırılmış, muntazam olmayan dikdörtgen bir plana sahiptir. Burada büyük bir burç ve bununla kuzeydoğu köşe kulesi arasında yine dikdörtgen planlı küçük bir burç bulunmaktadır. İç kalenin doğu cephesinde kaidesi dörtgen üzeri üçgen pahlarla bağlanmış, yarım sekizgen planlı küçük bir burç, batısında da yine dikdörtgen planlı küçük bir burç onları tamamlamaktadır. Kalenin güneyindeki dikdörtgen planlı büyük burç ta iç kalenin girişini meydana getirmektedir. Basık kemerli giriş kapısının üzerinde sivri kemerli bir alınlık içerisinde dikdörtgen şekilde yazısız bir kitabelik bulunmaktadır. Bu kapının çevresi pahlı bir profille çerçevelenmiştir. Bu çerçevenin üzerinde birer kabaraların bulunduğu, içerisi rumilerle süslenmiş bir alınlık yerleştirilmiştir. Bu alınlığın çevresindeki duvarların taş örgüsünde de antik ve Bizans çağına ait malzemelerin kullanıldığı da görülmektedir. Giriş kulesinin il yapılışında iki katlı olduğu duvarlardaki izlerden anlaşılmaktadır. Girişin solunda Karamanoğulları döneminde, XIV.yüzyılda yapılmış ikinci bir giriş kapısı da dikkati çekmektedir. Bu kule güney ve doğu yönüne açılan mazgal pencerelerle aydınlatılmıştır. Buradan zamanla moloz ve toprak dolmuş ve bunun sonucu zemini yükselmiş bir iç avluya geçilmektedir. Bu avluda kulelerin alt katlarına girişleri sağlayan ve bugün toprağa gömülmüş kapılar ile burçlara çıkışı sağlayan merdivenler bulunmaktadır. Kalenin burçları ahşap döşemelerle katlara ayrılmış ve duvar içerisine yerleştirilmiş merdivenlerle iniş ve çıkışlar sağlanmıştır. Bu ahşap bölmelerden günümüze hiçbir iz gelememiştir. Ayrıca kalenin üst kısmındaki seyirdim yolları mazgal ve siperler de kısmen yıkılmıştır. 

Karaman Kalesi’ni XVII.yüzyılda gezmiş olan Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde bir takım bilgiler vermektedir: 

“…ve Kal’a-i Karaman hamunun ortasında havalesiz üç kat, bir kat şaddadi bina, sarp ve metin ve kavî kal’adır. İç Kal’ası bir mürtefi topraklı bayır üzre, şekl-i murabba, şeddadi iri iri taşlı kal’adır. Ve bu iç kal’anın cürmü altıyüz adımdır. Ve sekiz kule-i azimdir. Ve cevani bir erbaası amik ve ariz hendektir. Ve garba nazır ancak bir kapısı var, ağaç cisir ile geçilir. Üç kat demir kapılardır. Ve bu kapının iki tarafında olan dıvar taşlarının her birinde celi hat ile esma-ül hünsa tastir olunmuştur. Ve dizdar bunda sakin olur. Cümle kırkaltı hürde toprak örtülü evlerdir. Ve bir camiden gayri bir şey yoktur. Ve bu kal’adan taşra bir kat kal’a dahi çevrilmiştir. Orta Hisar derler. Şekl-i ile müdevver bir metin kal’adır. Ve başka hendeği vardır. Ve dairenmadar cürmü bin yediyüz adımdır. Ve cümle kırk kuledir. Ve iki kapıdır. Garp tarafından yol kapısı, kıble tarafından Pazar kapısıdır. Bu şehr-i azimi ihata eder, taşra baru kal’ası üçüncü katıdır. Çepçevirme yedi bin adım, kal’ayı kebirdir. Ve cümle yüzkırk kuledir. Ve cümle dokuz kapıdır. Evvele Paşa Camiinde kıbleye nazır emildenli kapısı ve şarka nazır şam kapısı ve garba nazır sekiçeşmesi kapısı ve yine şarka nazır şam kapısı ve garba nazır sekiçeşmesi kapısı ve yine garba nazır şam kapısı ve garba nazır kör soğuk kapısı ve Hazret-i Mevlana validesi türbesi dibinde parmakkapı ve cenuba toplar kapısı. Kıbleye imaret kapısı ve cenube Emir Ahmet kapısı ve kıbleye tekke kapısı ve cürümde olan ribat-ı azimin içinde cümle otuziki mahalle ve elliüç mihraptır”. 

Evliya çelebi’nin değindiği gibi iç surun güneye bakan Pazar Kapısı ile bunun çevresindeki burçlar ve duvarlar ayakta durmaktadır. Pazar Kapısının kemeri ve üst kısmı yıkılmıştır. Kalenin orta suruna girişte sol tarafta duvara açılmış büyük mazgal pencerelerinden bir tanesi günümüze ulaşabilmiştir. Orta surdaki bazı duvar ve burçlar evler arasında kalmıştır. 

Hatuniye Medresesi

    
Hatuniye Medresesi 


Dulkadiroğulları`ndan yadigar: Hatuniye Medresesi
Hatuniye Medresesi, şehir merkezindeki Cami-i Kebir mahallesindedir. 835 H./ 1432 M. yılında, Dulkadiroğullarından Nasıreddin Mehmed tarafından yaptırılmıştır. Diğer adı Şamiler Medresesi’dir.

İki eyvanlı Hatuniye Medresesi Anadolu'da Selçuklu medrese mimarisine uygun, simetrik planlı ve önündeki çeşmesiyle klasik hatlarını korumaktadır. Karamanlı medreseleriyle paralel bir gelişme gösterir. Medrese, Dulkadirlilerden Melik Nasırüddin Mehmed Bey tarafından 1431 – 1432 yıllarında yaptırılmıştır.

Kapısının üzerindeki mermer kitabesinde şu ifadeler yer almaktadır:

"Bu medreseyi büyük emir, hayır ve hasenat sahibi Arap ve Acem'in sultanlarının sultanı, dünyada emirler sultanı, dünya ve dinin yardımcısı saadetli merhum Halil oğlu Mehmed Allah günlerini daim etsin, Müslümanlar da o durdukça faydalandırsın- sevap umarak, ilim öğrenmekle uğraşacak, alim ve öğrenciler için Şevval 835'te (Haziran 1432) yaptırdı. Allah onun iütuf ve ihsanını kabul buyursun."

Dulkadiroğulları`ndan yadigar: Hatuniye Medresesi
Medrese sade ve sağlam bir kesme taş mimarisi ile klasik eyvanlı medreselerine bağlanmaktadır. Yapıldığı dönem Kayseri'nin sıkça el değiştirdiği bir dönemdir.

Medreseye batı yönündeki taçkapıdan girilir. Mukarnas dolgulu ve gösterişli taçkapı nişinin sağındaki cephe, ortada bir sütun üzerine sivri kemerlerle iki gözlü bir çeşme olarak düzenlenmiştir. giriş eyvanının iki tarafında ise avluya bakan tonozla örtülü derin birer niş yer almıştır.

Giriş eyvanından sonra avluya çıkılır. Giriş tarafındaki revakın üç kemerinden giriş kapısını ortalayan ortadaki diğer iki tanesinden daha geniştir. Bu revakın üzerindeki tonoz çatıyı iyon tarzında iki sütun taşımaktadır. Giriş eyvanın her iki tarafında küçük birer eyvan niteliğinde iki hücre bulunmaktadır. Bu hücrelerin hemen yanında da terasa çıkmayı sağlayan birer merdiven bulunmaktadır.
Kuzey ve güney yönündeki revaklarını tutan kemer aralıkları eşittirler. Bu revakları üç adet korent tarzı sütunlar taşımaktadır. Kuzey ve güney yönlerinde revakların arkasında karşılıklı ve eşit büyüklüklerde beşer adet oda bulunmaktadır.

Medresenin doğu cephesinde bulunan ana eyvanın önünde 6.60 metre genişliğinde sivri bir kemer bulunmaktadır. Aynı şekilde eyvanın sivri olan baş üstü kemerini ayakları boyunca aşağı inen dikdörtgen şeklinde geniş bir köşe çubuğu çevirmektedir.

Büyük eyvanın her iki yanında yuvarlak kubbeler ile örtülmektedir. Bu kubbelerden her biri 12 üçgen yüzlü bir kuşak ile duvarlara bağlanmıştır.

Hoşap Kalesi

Hoşap, Van Gölü'nün güneydoğusunda yüksek dağlarla çevrili bir plato üzerinde kurulmuştur. Van'ın Gürpınar ilçesine bağlı nahiye merkezi durumundadır. Urartu'dan beri Van-İran yolu üzerinde yer alması buranın önemini artırmaktadır. Bunun yanında kale ve diğer tarihi eserleri ile de eski ihtişamını bir nebze de olsa yaşatmaktadır. 


Van'a 60 km. Gürpınar'a 39 km. uzaklıkta bulunan Hoşap, içinden geçen akarsudan adını almaktadır. Günümüzde içerisinden geçen nehrin ikiye böldüğü idari bakımdan fazla gelişemeyen bir yerleşim birimidir. Tarihi eserlerin bulunması turizm potansiyelini artırmakta, bunun dışında tarım hayvancılık ve ticaret halkın başlıca geçim kaynağını oluşturmaktadır. 

Hoşap'ın bilinen tarihi Urartular'a kadar inmektedir. Bu dönemde, Hoşap Kalesi'nin güneydoğuya açılan Tuşba-Kelişin ordu yolu ile, Van-Kotur doğu yolunun kesiştiği kavşak noktasında askeri bir tesis olarak kurulduğu kabul edilmektedir. 

Urartular'dan sonra, Van ve çevresi ile birlİkte Hoşap Pers, Iskender, Selekvid, Roma ve Bizans egemenliğinde kalmıştır. Ortaçağda Vaspurakan Prensliği'nin şehirleri arasında yer almış, XI. yüzyıldan itibaren Türklerin hakimiyetine girmiştir. 

Selçuklularla başlayan Türk hakimiyeti, İlhanlılar döneminde devam etmiş ve bu dönemde Vilayet-i Ermen olarak adlandırılan Van eyaletinin bir şehridir. Daha sonra Karakoyunlar hükümdarı Kara Yusuf tarafından Mahmudiler olarak adlandırılan aşiret Hoşap'a yerleşmiştir. Burada Mahmudiler , kendi adlarıyla anılan bir beylik kurmuşlardır. 

Mahmudi Beyleri Karakoyunlu Devleti 'nin yıkılmasından sonra, Akkoyunlu, Safevi ve en son Osmanlı idaresine girerek varlıklarını korumuşlardır. Bölgede Osmanlı Devleti zamanında bu beylere irsi ocaklık olarak yeni bir statü kazandırılmıştır. Bu dönemde ''Mahmudi Hükümeti'' olarak Hoşap ve çevresini yönetmeye devam etmişlerdir. Özellikle Şerefname'nin verdiği bilgilere dayanarak, bunlar hakkında etraflı bilgi edinmek mümkün olmaktadır. Osmanlı-Safevi mücadelelerinde Osmanlı'dan yana tavır koyup, başarı göstermeleri neticesinde kendilerine bir takım imtiyazlar verilmiştir. Hoşap'ta günümüze kadar büyük ölçüde sağlam kalmış kalede yaşayan bu beyler varlıklarını 1839 Tanzimat Fermanı'nın ilanına dek sürdürmüşlerdir. Osmanlı'nın yeni idari teşkilatlanmasının sonrasında Hoşap, önce Mahmudi, daha sonra da Ma'muret'il Hamid kazasının merkezi durumuna gelmiştir. 

Cumhuriyet Türkiye'sinde 1925 yılında kaza, 1927 yılında nahiye, 1954 yılından itibaren ise Gürpınar ilçesine bağlı ''Güzelsu''ismiyle nahiye merkezi olmuştur. Bugün idari yapılanmasını gerçekleştirememiş ve köy olarak kalmıştır. 

Hoşap'ın adını daha çok kalesi gündemde tutmaktadır. Kale dışında medrese, türbe, köprü ve han gibi çeşitli işlevlerdeki mimari eserleri de üzerinde barındırmaktadır.

Rize Kalesi


Rize Kalesi 

13.ve 14.Yüzyıllarda Karadeniz ticareti milletlerarası bir hüviyet kazanmıştır. İtalyan şehir devletlerinden Venedik ve Cenevizlilerin bunda etkisi fazla olmuştur.
4. Haçlı seferi ile (1204) İstanbul’a yerleşen Haçlıları buradan çıkarmaya çalışan Bizans imparatoru 8.Mihail Paleolog’a Cenevizlilerin yaptığı yardım karşılığında Karadeniz limanları Cenevizlilere açılır.
Cenevizlilerde kuzeyde Kefe olmak üzere Güney Karadeniz kıyılarında yeni koloniler kurdular.
Köle ticaretinden, ipek yolu ticaretine kadar her şeyi Karadeniz’den Akdeniz limanlarına ve Avrupa’ya taşıdılar.
Kıyılarda yaptıkları kalelerde mal depolamayı ve güvenliği sağlamayı amaçladılar. 13. yy.’ da Cenevizliler tarafından yapıldığı Rize halkı tarafından yaygın olarak dile getirilmektedir.
Bugün Kale mahallesinin bulunduğu tepede yer alan bu kale turistik amaçlı olarak kullanılmaktadır.
Vaktiyle denize kadar uzanan surlar deniz dolgusu nedeniyle SSK Hastanesi yanında son bulmaktadır. 1532 tarihinde 31 muhafızın bulunduğu, kalenin Kethüdası Hasan Siyah oğlu Aydın’dı.
Tımarı Mozara köyünde bulunuyordu. Bu Tımarların Kanuni Sultan Süleyman devrinin ilk yıllarında toplam miktarı 4″.^84 Akçe idi.
Rize Kalesi, Aşağı Kale ve İç Kale olmak üzere iki bölümdür.
1-İç Kale: 150 m. Yüksekliğinde doğal bir yükselti üzerinde kurulmuştur. Doğu Roma İmparatoru Jüstinyen zamanında (527-565) yapılmıştır.
2-Aşağı Kale: Zamanında İç kaleden kuzeydoğuya ve kuzeybatıya yanlara açılarak uzayan ve denize ulaşan surlarla çevriliydi. 13 .yy.’da yapılmış olmalıdır.

Marmaris Kalesi

MARMARİS KALESİ 
Muğla Marmaris ilçesi Kemeraltı Mahallesi’nde, yüksek bir tepe üzerinde bulunan kale Osmanlı döneminde 1521’de yapılmıştır. Bu kale ile ilgili bir söylentiye göre; Kanuni Sultan Süleyman Rodos Savaşı dönüşünde bu kaleyi beğenmemiş ve mimarını astırmıştır. Bu yüzden de Marmaris isminin “Mimarı As” anlamından geldiği söylenmektedir.

Kalenin yapımından söz eden Evliya Çelebi burasının askeri bir üst olarak kullanıldığını belirtmiştir. Kale ana kaya üzerine dört tabyalı olarak düzgün taşlardan örülmüştür. Giriş kapısı üzerinde kitabesi bulunan kale içerisinde Dizdar, İmam, Kayyum ve nöbetçilere ait birer oda bulunduğunu Evliya Çelebi’den öğrenmekteyiz.

Piri Reis’in çizdiği haritada Marmaris Kalesi görülmemektedir. Kalenin tarihlendirilmesi ile ilgili bir başka görüşe göre, Kanuni Sultan Süleyman bu kalenin yapımını özellikle istemiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1520’de tahta çıktığı dikkate alınacak olunursa kalenin yapım tarihinin de 1521 olması düşünülmektedir.

 Kaleye bugün mahalle aralarından, dar ve basamaklı bir sokaktan girilmektedir. Bu sokağın girişinde Hafsa Sultan’ın kervansarayı da bulunmaktadır. Kale duvarları kesme taştan olup, 120 m. uzunluğunda ve 10 m. genişliğindedir. Kalenin yedi küçük bir de büyük odası vardır. Kalenin beşik tonozlu girişi avluya açılmaktadır. Avlunun sağ ve solundaki merdivenlerle de surlara çıkılmaktadır.

Kalenin büyük bir bölümü I.Dünya Savaşı sırasında, 1914’te bir Fransız savaş gemisinin topu ile yıkılmıştır. Bundan sonra Marmarisliler tarafından içerisinde bir mahalle kurulmuştur. Kaynaklarda kale içerisinde 18 ev ve bir çeşme ile sarnıç olduğu belirtilmektedir.

Kale 1980-1990 yılları arasında restore edilmiş ve 1991 yılında Marmaris Müzesi olarak ziyarete açılmıştır.


Han Camii


HAN CAMİİ
13. yüzyılda Selçuklular döneminde inşa edilen yapının ilk yapılışında "cami" değil "han" olduğu düşüncesi ağır basmaktadır. Bu görüş, mimari planın Selçuklu han planları ile daha çok örtüşmesinden doğmuştur. Han Camii, kubbesiz fakat altı pencereli orta tonozun hakim olduğu iç mimarisiyle dikkat çeker.

Kayseri il merkezinde Burhanettin Bulvarı üzerinde bulunan Han Camisi, 13. yüzyılda Selçuklular döneminde inşa edilmiştir. Uzun yıllardan beri bir cami olarak kullanılmakla beraber tipik bir Selçuklu hanı olduğu uzmanların görüşüne göre ağır basmaktadır.  Kitabesi bulunmamaktadır. Hanın ne zaman camiye çevrildiği ve ne zaman yapıldığı konusunda da kesin bilgi yoktur.Cami ile ilgili kayıtlar 1856 ve 1896 yıllarında geçirdiği onarımlarla ilgilidir.

 Mimari

 Cami,genişliği 29,5 metre, uzunluğu 38,9 metre olan dikdörtgen bir plan üzerine oturtulmuştur. Kıble tarafında dört ayak üstünde birbirlerinden kemerlerle ayrılan, üstleri tonozlu, önü açık revaklar şeklinde beş gözlü bir bölüm bulunmaktadır. Bunlardan ortadaki tonoz diğerlerinden daha geniş ve yüksektir.

 Caminin iç mekanı; kenarları masif kalın duvarlar ve ortada beş büyük kemerli bölümden oluşur. Burasını enine dört, boyuna altı sıra halinde yirmi dört adet ayak taşır. Orta sahın kıbleye dikey olarak kademeli tonozlarla yapılmışken, iki yandaki bölmeler kıbleye paralel biçimde yedişer hücreli olarak yerleştirilmiştir.
Orta tonoz kubbesiz fakat altı pencerelidir. Caminin kıblesindeki dört ve yanlardaki ikişer pencere sonradan açılmıştır. Binanın içi ve dışı iyi yontulmuş çok iri kesme taşlarla kaplıdır. Caminin doğu ve batısında birer kapı olduğu gibi, kıblesinde orta sahına denk gelen yerde de bir kapı vardır. Burası sonradan mihrab yapılmıştır. Caminin arka kısmında ahşaptan yapılmış oldukça eski bir mahfel caminin enine uzanmaktadır.

 Mihrap

 Han Camii'nin mihrabı, yukarıda da belirtildiği gibi; orta sahında bulunan kıble kapısı kapatılarak yapılmıştır.

 Bugün siyah kesme taştan yapılmış olduğunu mihrabın nişi Barok tarzı basit bir mukarnasla işlenmiştir. Üzerindeki büyükçe bir mermer levhada celi sülüsle 1373 (M.1953) tarihiyle mihrab ayeti yazılıdır.  Buna göre camiye 1950'lerde bir tamir yapılmış ve mukarnaslı mihrap da bu sıralarda konulmuş olabilir. Mihrabın işçiliğinin basitliği bu kanıyı destekler niteliktedir.

Minber
 Osmanlı döneminde yapılmış olduğu belli olan minber kesme taştan inşa edilmiştir. Giriş kapısı düz olup, on basamaklı bir merdivenle daha az bir meyille yükselir. Şerefesi, zarif dört ayak üzerine kuruludur ve kemercikleri sivridir. Altıgen külah önce prizmatik yükselir, altıgen bilezikten sonra iki kademeli ve konik olarak sivrilir. Alemi üç küplü ve hilallidir. Minberin altındaki mihraba geçit veren kapısı da güzel bir sivri kemerle işlenmiştir. Süpürgelikler de sivri kemerlerle süslüdür.

 Minare

 Caminin yapıldığı devre ait bir minaresi yoktur. Yakın zamanlarda kuzey batı cephesinde binaya bitişik olarak kesme taş bir minare yapılmış ve buna çıkış için de cami içinden bir merdiven inşa edilmiştir. Çokgen gövdeli minarenin şerefeden sonrası yıkıldığında uzun yıllar öylece kalmış, yakın zamanlarda kısa külah yapılarak bu eksiklik giderilmeye çalışılmıştır.

 Han Camii’nin ilk yapılışında şehrin kale surlarına dayandığı ve şehir kapıları kapandıktan sonra gelen yolcuların burada kaldığı sanılmaktadır.

Lale Camii - ( Lala Paşa Camii )


LALE CAMİİ
Lala Paşa Camii 800 metrekareyi aşkın ibadet alanı ile Kayseri’nin büyük camilerinden biridir. İnşa tarihi hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla beraber Selçuklu döneminde yapılan bir 13. yüzyıl eseri olduğu anlaşılmaktadır.

Lala Paşa Camii veya Lale Camii olarak bilinmektedir. Tipik bir Selçuklu dönemi eseridir. Kiçikapı Meydanı'nın hemen güneyinde, Kayseri lisesinin güney doğusunda bulunmaktadır. İnşa tarihi hakkında kesin ve aydınlatıcı bir bilgi yoktur.

Halk arasında Lale Camii olarak bilimekle beraber, tarihi kayıtlarda "Lala Muhlisiddin Camii" olarak geçmektedir. Ahmed Nazif Efendi, Mirat-ı Kayseriyye (Kayseri’nin aynası) adlı eserinde bir ismini de Lala Muhlisiddin Paşa Camii olarak zikretmiştir. Cami inşa tarzı olarak tipik bir Selçuklu dönemi eseri olup, 13. yüzyıl eseri olduğu düşünülmektedir.

Ahmed Nazif Efendi, camiin 1239 (M. 1823) ve 1273 (M 1856) tarihlerinde bir ölçüde tamir edildiğini, hayli vakıf gelirinin bulunduğunu, bitişiğinde bir sıbyan mektebi ve bir çeşmesinin bulunduğunu belirtmektedir. Çeşme bugü hala ayakta olup, sıbyan mektebi ise yok olmuştur.

Mimari

Lala (Lale) Camii kesme taşlardan inşa edilmiş kalın duvarlı, kemerli, tonozlu bir yapıdır. Dıştan dışa 32X33,50 metre ölçülerindeki kare planlı bina, enine beş sıra teşkil eden, altı bölümlü tonoz sistemiyle örtülmüştür. Kemerleri yirmi sekiz adet kare planlı ayak taşır. Camiin kıble duvarı oldukça kalın 190 cm, diğer duvarları ise normal kalınlıktadır 110 cm. Caminin üç giriş kapısı vardır. Esas kapı güney-doğuda binaya bitişik türbenin yanında bulunmaktadır. İkinci kapı kubbe sahnının ekseni içerisinde, üçüncüsü ise batı duvarına açılmıştır. Orta sahnın tonozları yan sahınların tonozlarından daha yüksektir. Batıda yüksek ve güneyde alçak pencerelerle ibadet alanı aydınlanmaktadır. Caminin güneydoğusunda camiye eklenen bir türbe mevcuttur.

Mihrap önü orta kubbeye kadar aynı istikamette yüksek beşik tonozludur. Üstten kare kaideli, sekizgen pahlı ve onikigen piramit bir külahla kapatılmıştır. Burada dört küçük pencere bulunmaktadır. Caminin kıblesinde alt seviyede dört penceresi vardır. Batı duvarında biri kapı üzerinde düz lentolu, diğerleri basık kemerli altı pencere bulunmaktadır. Doğusunda dört pencere yer alan caminin kuzeyi de pencerelidir.

İç mekan örtüsünü sağlayan tonozlar mihrap önü dışında tamamen kıbleye paralel yerleştirilmiştir. Tonozları taşıyan kemerlerin yan üçgenlerinde çift gözlü küçük pencereler dikkati çeker. Caminin ortasında; Selçuklu tarzındaki bir aydınlık fenerinin sonradan inşa edilen "L" kesitli dört ayak üstüne oturan kubbe ile örtülü bir kısım vardır. Bu kubbeye 1925'lerde mahalleli tarafından su sızıntısını önlemek için yumuşak yontu taşlardan köşeli kaplama yapılmıştır. Tonozlu olan mihrap önünün üstünde önceden bir minber minare var iken, daha sonraki bir restorasyonda sanki burada bir kubbe varmış gibi bir külahlı kümbet haline getirilmiştir.

Caminin mihrabı yuvarlak kemerli bir niş halindedir, üst kısmı sekiz köşe, aşağısı ise beşgendir. Üzerinde hiç bir süsleme unsuru bulunmayan bu mihrabın bina ile hiç de alakası yoktur. Ancak, minber pek nefis bir ahşap işçiliğini sergiler niteliktedir. Kündekarî tarzında geçme ve kakma usulüyle yapılmış olan bu minber, maalesef delik deşik edilerek tahrip olmuştur. Minberin üzerinde süslü kufî hat ile Âyet'el-Kürsi ve bazı dualar yazılıdır.

Kıble yönünden ikinci sıradaki tonozun sağdan ikinci kemeri üzerinde "Burada Fahr-i Risâletmeâb Efendimizin bir meclise ruhaniye riyaset buyurdukları mütevatiren mervidir" yazılıdır. ("Burada, Hz. Peygamber (S.A.V)'in bir manevi meclise başkanlık ettikleri naklen rivayet edilmiştir" ibaresi sülüs hatla işlenmiştir.)

İsmail Bey Külliyesi


İsmail Bey Külliyesi


Kastamonu İsmail Bey Mahallesi’nde, Şeyhinşah kayası diye tanınan bir tepe üzerinde, meyilli bir arazide bulunan İsmail Bey Külliyesi cami, imaret, medrese, sıbyan mektebi, türbe, han ve hamamdan meydana gelmiştir. Vakfiyesinde ayrıca kütüphane, ambar, mutfak ve fırın gibi yapıların da bulunduğu belirtilmektedir. Külliye Candaroğulları beylerinden Kemaleddin İsmail Bey (1443-1461) adına XV.yüzyılda yapılmıştır.
Külliyeyi oluşturan yapılar caminin konumuna göre yerleştirilmiştir. Cami, imaret, medrese ve han birbirlerine duvarla bağlanan bir avlu oluşturmaktadır. Türbe de bu avlunun içerisindedir. Külliyenin hamamı avlu dışında ve külliyenin batısında ayrı bir arsa üzerinde yapılmıştır.
Cami: Selçuklu nesihi ile yazılmış kitabesinden öğrenildiğine göre 1454 yılında İsmail Bey tarafından yaptırılmıştır. Cami Erken Osmanlı mimarisinde görülen zaviyeli veya tabhaneli plan tipindedir. Peş peşe aynı yükseklikte iki büyük kubbe ve öndeki kubbenin iki yanında ibadet mekanına birer küçük kapı ile açılan tonozlu mekanlardan meydana gelmiştir. Mihrap önündeki kubbeli bölüm diğerine göre daha küçüktür. Yan mekanlardan doğudaki, önündeki kubbeli mekanın genişliğine yakın ölçüdedir. Batıdaki yan mekan ise güneye doğru biraz daha uzatılmış, birbirinden duvarla ayrılan iki bölümden meydana gelmiştir. Bunların da üzeri sivri kemerlerle örtülüdür. İbadet mekanını örten kubbeler sekizgen tuğla kasnaklar üzerine oturtulmuştur. Caminin önünde beş kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Bu kubbeler dört sütunla iki paye üzerine sivri kemerlerle oturtulmuştur. Son cemaat yerinden ibadet mekanına giriş kapısının köşeleri duvara dayalı sütunlarla hareketlendirilmiş, kapının alınlığına da üç satırlı Arapça bir kitabe yerleştirilmiştir.
İbadet mekanındaki peş peşe iki kubbeli mekan arasında zemin kotu farkı bulunmaktadır. Bu bölümler 9.35x9.35 m. ölçüsündedir. Kubbeye geçişler de mukarnas dolgulu trompların yardımı iledir. Mihrap oldukça sade ve alçıdan yapılmıştır. Yine alçıdan yapılmış olan minberde de bezeme görülmemektedir.
Caminin kuzeybatı köşesinde yer alan kesme taş minarenin gövdesi altta sekizgen, üstte de onaltıgen olarak yükselmektedir. Tek şerefeli minarenin petek kısmı silindirik olup, üzeri basık bir külahla örtülmüştür.
İmaret: 
Caminin doğu ve batı yönüne, camiye bitişik olarak yapılan imaret ayrı bölümlerden meydana gelmiştir. Bunlardan doğudaki büyük tonozlu bölüm külliyenin vakfiyesinde de belirtildiği gibi, misafirlerin yatması için yapılmıştır. Yapının güney ve doğu duvarlarında alt sırada birer pencere, güneyinde üst sırada bir mazgal bulunmaktadır. Kuzeybatı köşesindeki basık kemerli kapı ile de sofayla bağlantısı sağlanmıştır. İmaretin batı tarafındaki mekan da mutfak, ambar ve fırın olarak iki bölümden meydana gelmiştir.
Medrese: Caminin kuzeyinde bulunan Medrese kesme taş ve moloz taştan yapılmış, tek katlı, açık avlulu ve iki eyvanlı bir plan tipi göstermektedir. Medresenin kapısı üzerinde üç satırlı Arapça kitabesinden, Ebcet hesabına göre 1457 tarihi çıkarılmaktadır. Avlunun güneyinde yer alan eyvanın üzeri kubbe ile örtülmüştür. Batıdaki giriş eyvanı ile avluyu üç yönden çeviren odalar beşik tonozlarla örtülmüştür. Avlu çevresindeki on hücrenin içerisinde birer ocak nişleri bulunmakta, ayrıca dışarıya da birer pencere ile açılmaktadır. Medrese önündeki ahşap revaklar yıkıldığından günümüze gelememiştir.
Sıbyan Mektebi: 
Candaroğlu İsmail Bey’in türbesinin kuzeybatısında bulunan sıbyan mektebi 14.50x14.50 m. ölçüsünde ayrı bir avlu içerisinde yapılmıştır. Avlu kapısı üzerinde 1514 tarihli bir kitabe bulunmaktadır. Bu tarihe dayanan bazı araştırmacılar sıbyan mektebinin Osmanlı döneminde yapıldığını ileri sürmektedirler.
Sıbyan mektebi iki sıra kesme taş, iki sıra tuğlanın örülmesi ile meydana gelmiş bir duvar yapısına sahiptir. Kare planlı, kubbeli olan sıbyan mektebinde kubbeye geçiş istiridye kabuğu şeklindeki tromplarla sağlanmıştır. Sıbyan mektebi 1514, 1766-1767 yıllarında onarılmıştır. Bu onarımlar sırasında da orijinalliğinden kısmen uzaklaşmıştır.
Türbe: Caminin kuzeybatısında bulunan türbeyi, Candaroğlu İsmail Bey kendisi ve yakınları için yaptırmıştır. Ancak, Fatih Sultan Mehmet tarafından Filibe’ye gönderildiğinden buraya gömülememiştir. Bu nedenle de kapısı üzerindeki kitabe yeri boş bırakılmıştır.
Türbe kesme taştan 9.80x9.80 m. ölçüsünde kare planlıdır. Üzeri sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Silmeler ile dikdörtgen çerçeve içerisine alınan giriş kapısının köşeleri duvara yapışık küçük sütunlarla yumuşatılmıştır. Giriş kapısı basık kemerlidir. Türbe duvarlarında birer dört köşe pencere ile kubbe kasnağında da dört küçük mazgal penceresi bulunmaktadır. Türbe içerisinde on bir mezar bulunmaktadır. Bunlardan beşi, Seyyid Alaaddin, Mevlana Safiyuddin, Emir İshak Bey, Aşre Hatun ve Azade Hatun’a aittir. Diğer mezarların kitabeleri bulunmamaktadır.
Han: 
İsmail Bey Külliyesinin kuzeyinde yer alan ve halk arasında Deve Hanı olarak isimlendirilen bu hanın kitabesi bulunmamaktadır. Ancak vakfiyesi göz önüne alınırsa, bu hanın 1454-1457 yıllarında yapıldığı sanılmaktadır.
Kesme taş, moloz taş ve tuğladan yapılmış, 13.75x20.95 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. İki bölümlü olan yapıda her bölümün üzeri örtülüdür.Güney cephesinin ortasında basık kemerli bir kapısı olup, burada aydınlık feneri olan bir kubbe ile örtülü mekana geçilmektedir. İki yanında zeminden yüksek, kare planlı, üzerleri sivri tonozla örtülü iki ayrı mekan bulunmaktadır. Güney yönündeki ocak nişleri ve bacası ile yolculara ayrılmıştır. Girişin ekseninden sivri kemerli kapı ile de kuzeydeki dikdörtgen planlı, kapalı ahıra geçilmektedir. Hanın 1952 yılında çatısı yenilenmiş, 1990-1992 yıllarında da restore edilmiştir.
Hamam: 
İsmail Bey Külliyesi’ne gelir sağlamak için yaptırılmış olan hamamın kitabesi bulunmamaktadır. Ancak vakfiyesi dikkate alındığında 1454-1457 yıllarında yapıldığı sanılmaktadır. Külliyenin batısında yer alan bu hamam, doğu-batı doğrultusunda arsaya yerleştirilmiştir.
Kesme taş duvarlı olan hamamın üst örtüsü tuğladandır. Hamam soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Bu üç bölüm de 6.30x6.70 m. ölçüsünde, içten kubbeli, ahşap tavanlı olup, kiremitli bir çatı ile de üzeri örtülmüştür. Soyunmalık kısmı eski ev mimarisini yansıtmaktadır. Ilıklığın ortasında küçük bir kubbe, yanlarında da sivri kemerli tonozlar bulunmaktadır. Sıcaklık bölümü iki eyvanlıdır. Batısına kare planlı ve kubbeli iki halvet hücresi eklenmiştir. Bunların arkasına dikdörtgen planlı, tonoz örtülü külhan yerleştirilmiştir.
Hamam 1990-1993 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir.

Meydan Medresesi




Meydan Medresesi
Hakkari Biçer Mahallesi’nde bulunan Meydan Medresesinin, giriş kapısındaki kitabesinden öğrenildiğine göre h1112 (1700-1701) tarihinde Hakkari’yi yöneten İzzettin oğlu İbrahim Bey tarafından yaptırıldığı sanılmaktadırBununla beraber medresenin Akkoyunlular zamanında 1472’de yapılmış olabileceği iddiaları da bulunmaktadır Kitabede yapıldığı tarih yazılı olmasına rağmen yaptıranın ismi yazılmamıştır

Vakıflar Genel Müdürlüğü medreseyi 1984 yılında onarmıştır

Meydan Medrese 2340m x 1825m ölçüsünde kareye yakın dikdörtgen planlıdır Osmanlı Mimarisinde avlulu, iki katlı ve iki kanatlı medreseler grubuna girmemektedir Medreseye güney cephesinin güneyindeki bir kapıdan girilmektedir Avlunun dört yanını iki kat halinde revaklar çevirmiştir Alt kat revakları değişik formda, birbirlerinden farklı başlık ve şekillerde sütunlar, ikinci kattakileri de payeler taşımaktadır Revaklar sivri kemerlerle birbirlerine bağlanmış olup, üzerlerini tonozlar örtmüştür

Avlunun doğu-batı tarafında medrese duvarları birbirlerine simetrik olmayıp düzensiz bir plan göstermektedir Batı tarafına hem alt hem de üst katta birbirine yakın ölçülerde üzerleri beşik tonoz örtülü dörder oda sıralanmıştır Buradaki odalar dikdörtgen planlı küçük revaklara açılmaktadırBu odaların batı kenarlarında mangal pencereler, diğer duvarlarında da dolap nişleri ile birer ocak bulunmaktadır

Medresenin doğu kanadında ise alta üç, üstte de iki oda yer almaktadır Buradaki odalar diğerlerinden daha geniş tutulmuş, kuzey kenarlarında dershane de mescit olarak kullanılmıştır Medresenin her iki katında, bu kenarlarda kuzeye açılmış birer mihrap nişi bulunmaktadır Alt kattaki mescidin mihrabı yarım daire planlıdır Üst kattaki mihrap nişi üstten üç delikli kemerle daha görkemli bir duruma getirilmiştir Bu mescit daha büyük olduğundan geri kalan kısmına bir oda, alt kattakine de iki oda yerleştirilmiştir Bu odalarda da dolap nişleri, ocak ve mazgallar ile duvarlara pencereler açılmıştır Avluya açılan kapılar düz lentolu ve küçük ölçüdedir

Medrese oldukça düzgün kesme taştan yapılmıştır Güney cephesine taştan bitkisel bezemeler ve sivri kemerlerle daha hareketli bir görünüm verilmiştir Giriş kapısı köşelerdeki helezoni yivli kaval silmeler ve bunu takip eden mukarnaslı bir bordürle kuşatılmıştır Bunun ortasına da oldukça küçük, üstte ve yanlarda yekpare blok taşlarla oluşturulan giriş kapısı, dıştan kabartma vazo ve çiçeklerle süslenmiştir Ayrıca üç yandan da bir bordürle sınırlandırılmıştır Kapının üst kısmına dikdörtgen mermer bir kitabe yerleştirilmiştir 

Üç Kümbetler


Üç Kümbetler 
Üç Kümbetler Erzurum’un tarihi gizemi
İHSAN KUMRU(GHA) - Erzurum’un adı, Çifte Minareli Medrese, Yakutiye Medresesi ve Abdurrahman Gazi Türbesi gibi, Üç Kümbetler’le birlikte de anılıyor. Erzurum Çifte Minareli Medrese’nin güneyinde, Sultan Melik Mahallesi’nde bulunan ve bugün ortadan kalkmış olan mezarlığın içerisinde yer alan Üç Kümbetler, Anadolu’daki mezar anıtlarının en güzel örnekleri arasında yer alıyor.
15 Haziran 2010 Salı 
Üç Kümbetler ismi ile tanınan üç kümbetten en büyüğünün Emir Saltuk’a ait olduğu sanılırken, XII.yüzyılın sonlarında veya XIV.yüzyılın başlarında yapıldığı tahmin edilmektedir. Diğer kümbetlerin kime ait oldukları bilinmezken, bunların da 14. Yüzyıla ait oldukları belirtiliyor.
//ÜÇ KÜMTELREİ YETERİNCE BİLİYOR MUYUZ?
İşte Üç Kümbetler hakkında günümüze kadar ulaşmış bilgiler:
“Üç Kümbetler’in yanında kümbeti andıran bir diğer yapının mahiyeti anlaşılamamışdır. Bunun da kümbet olduğu ileri sürülmüşse de bazılarına göre de bir mescittir.

Kesme taştan yapılmış olan bu kümbet sekizgen gövdeli, yüksek kasnaklı ve üzeri kubbe ile konik karışımı basık bir külahla örtülüdür. İki renkli kesme taştan yapılan kümbetin üçgen alınlıklarında, yuvarlak kemerli kasnak nişlerinde Orta Asya takvimlerinde görülen burç figürlerini andıran boğa, yılan, yarasa, kartal gibi hayvan kabartmaları bulunmaktadır. Buradaki nişlerden birisinin içerisindeki boğa boynuzları arasında bir insan başının benzerine diğer yerlerde rastlanmamaktadır.

Bu kümbetin sekiz cephesinin dört yüzünde birer çift pencere bulunmaktadır. Kümbetin kapısı kuzey yönünde olup giriş kapısı saçakları üzerinde geometrik bezeme ile çiçek ve hayvan kompozisyonları görülmektedir.

Emir Saltuk kümbetinin güneydoğusunda bulunan ikinci kümbetin alt kısmı kare planlı ve on iki cephelidir. Yöresel gri renkte bir taştan yapılmış olup üstte bir küçük, altta ise oldukça bezemeli üç büyük penceresi bulunmaktadır. Bu kümbetin güney cephesindeki penceresi aynı zamanda mihrap görünümündedir. Giriş kapısı üzerindeki kitabe yeri boş olup burada bir kitabe bulunmamaktadır.

İkinci kümbete 4 metre uzaklıktaki üçüncü kümbet yöresel Keyek taşından yapılmıştır. Kümbet on iki cepheli ve dört pencerelidir. Kuzey yönünde giriş kapısı bulunmaktadır.İç kısmında oldukça güzel bezenmiş mihrabı vardır. Kümbetin üzerini örten konik külahın kasnağında Emir Saltuk Kümbetine benzeyen bezemelere yer verilmiştir. Bu kümbetler Milli Eğitim Bakanlığı tarafından l956 yılında onarılmıştır.

  

Üç Şerefeli Cami


Üç Şerefeli Cami

Üç Şerefeli Camii1443-1447 arasında, Sultan II.Murat yaptırmıştır. Cami Osmanlı sanatında erken ile Klasik dönem uslübu arasında yer alır. Burada,ilk kez uygulanan bir planla karşılaşılmaktadır. 24 m. çapındaki büyük merkezi kubbe, ikisi paye, dördü duvar payesi olmak üzere altı dayanağa oturur. Yanlarda daha küçük ikişer kubbe ile örtülü kare bölümler vardır. Yapı, bir yenilik olarak, enine dikdörtgen bir yapıdır.
Üç Şerefeli CamiiBöylece enine gelişen mekana ulaşılmak istenmiştir. Bu planı Mimar Sinan İstanbul camilerinde daha gelişmiş biçimiyle uygulamıştır. Ayrıca, Osmanlı mimarisinde revaklı avlu ilk kez bu Camide kullanılmıştır. Avlunun dört köşelerine minareler yerleştirilmiştir.Üç Şerefeli Cami, bu özellikleriyle sonraki camilere öncü olan anıtsal bir yapıdır. Basamaklı üç kapıdan girilen avlunun Sütunları, serpantinli breş,granit ve mermerdendir. Avlu pencerelerinden ikisinin alınlıkları çini süslemedir. Lacivert ve ak renkli çiniler, bitkisel kıvrık dal bordürü ile çevrilidir. Burada Sultan II.Murat'ın adı geçmektedir. Revak kubbelerindeki özgün kalem işleri, Osmanlı Camileri'ndeki en eski örneklerdir. Camiye adını veren üç şerefeli anıtsal minare, 67.62 m. yüksekliğindedir. Her şerefeye ayrı yollardan çıkılması ilginçtir. Minare gölgesi kırmızı kaştan zikzaklar ve ak karelerle devinim kazanmıştır. Kaidesinde Bursa Kemerli sağır nişler vardır.
Üç Şerefeli Cami'nin, süslemeleri de ilginçtir. Taçkapı, yankapılar,minareler, sütun başlıkları ve pencerelerde mermer, ak ve kiremit rengi taş kullanılmıştır. Taçkapıda mukarnaslar ve yan nişlerin üst bölümlerindeki yazıların arasında kıvrık dal ve rumiler göze çarpar. Büyük kubbede, yan ve avlu revaklarındaki lacivert, al, ak ve sarı renkte kalem işleri vardır. Süslemelerde yazı kuşakları, rumi,palmet, lotus motifleri görülür.Kubbe peteği ve pandantiflerde de Rokoko süslemeler vardır.

Osmanlı Mimarisinde Çığır Açan İlklerin Buluştuğu Cami

Üç Şerefeli Camii ve SelimiyeBu camiyi yaptıran Osmanlı Padişah'ı Sulta II.Murat Edirne'yi bir başkent olarak tasarlıyordu. Üç Şerefeli; bu tasarı içinde ve o dönemlerde Balkanlardaki egemenliğin ifadesi gibidir.
Osmanlı Mimarisinde yeni bir çığır açan bu cami bazı özellikleriyle, ilklerin de sahibi durumundadır.
Örneğin; Üç Şerefeli, Selçuklu Mimarisindeki çok kubbeli dönemden tek Kubbeli döneme geçişin ilk denemelerindendir.
Bu cami Osmanlı Mimari Tarihinin ilk büyük revaklı avlusuna sahiptir. Bu avlu da, Osmanlı Mimarisi'nin bu konudaki ilk denemesidir.1438 yılında yapımına başlanan cami 1447 tarihinde bitirilmiştir ve Yapanlar için; "Mimarı Muslihittin, ustası Şahabettin'dir." diyen Kaynaklar vardır.
Osmanlı camilerinde harem taşlığı bulunan ilk deneme Üç Şerefeli'de gerçekleştirilmiştir.
Cami'ye girer girmez ana kubbenin altına gelinir ve bu Üç Şerefeli'ye ait bir özellliktir.
Kubbelerdeki orjinal kalem işleri Osmanlı Camilerinde görülen en eski örneklerdir.
Kubbede çeşitli meyvelerden oluşan "Meyve Sofrası" görülür.
Üç Şerefeli Cami, Osmanlı Sanatında Erken ile Klasik Dönem arasında yer alır.Burada ilk kez uygulanan bir planla karşılaşılır. 24 m. çapındaki büyük merkezi kubbe, ikisi paye, dördü duvar payesi olmaküzere 6 dayağa oturur. Yanlarda daha küçük ikişer kubbe ile örtülü Kare bölümler vardır. Yapı, bir yenilik olarak, enine dikdörtgen planlıdır. Böylece enine gelişen mekana ulaşılmak istenmiştir.
İstanbul'daki bir çok ünlü caminin kubbesinden daha büyük olan Üç Şerefeli'nin ana kubbesi (24 m.) kendi çapından daha büyük bir dikdörtgen alanı örter. Bu geometrik tasarımıyla Mimar Sinan'ın bir çok altıgen çardaklı yapısı için prototip oluşturmuştur.
Diğer yandan, Üç Şerefeli Cami'nden esinlenerek, altıgen çardak üzerine inşa edilen camiler, dünya mekan mimarisinde özgün bir konuma sahip yapılardır.
Mihrabın iki yanında, caminin denge durumunu kontrol için iki silindir bulunur. Bunlar ayar terazileridir ve dönüyor oluşları caminin dengede olduğunun göstergesidir.
Cami camlarının tümü renklidir.
Ses düzeninde eko özelliği belirgindir.

Dört Minare Dört Ayrı Özellik ve Eşi Bulunmayan bir Kapı

Dört minaresinin biri üç, biri iki, ikisi birer şerefeli olup; baklavalı, şişhaneli, çubuklu ve burmalı motif üsluplarıyla bezenmiştir.
Camiye adını veren üç şerefeli minare, Selimiye yapılana kadar minarelerin en büyüğü kabul edilirdi. Külahıyla birlikte 76 m. olup, merdivenindeki toplam basamak sayısı 203'tür.
Şerefelerine üç ayrı yoldan çıkılır.
Bu tarzıyla bir ilktir ve birinci merdiven bir ile üçüncü şerefeye, ikinci merdiven ikinci ile üçüncüsüne, üçüncü merdiven ise; doğrudan üçüncü şerefeye götürür.
Üç Şerefeli'nin bir başka özelliği; camisiyle birlikte kesme taş kullanılarak yapılan ilk minare oluşudur.
Baklavalı minare Fatih Sultan Mehmet döneminde yaptırılmıştır.
Fatih Sultan Mehmet bu minareyi Peykler Medresesini yaptırırken ekletmiştir.
Kuzeybatıdaki tek şerefeli olan minare 1610 yılında Sultan I.Ahmet tarafından; Burmalı minare ise Sultan II.Mustafa tarafından yaptırılmıştır.
Caminin ilk ve asıl minaresi Üç Şerefeli'dir.
Üç Şerefeli Caminin kapısı özgün durumuyla neredeyse cami kadar ün yapmıştır.

Laodikeia Kenti


 Denizli ilinin 6 km. kuzeyinde yer alan antik Laodikeia kenti, coğrafi bakımdan çok uygun bir noktada ve Lykos ırmağının güneyinde kurulmuştur. Kentin adı antik kaynaklarda daha çok “Lykos'un kıyısındaki Laodikeia” şeklinde geçmektedir. Diğer antik kaynaklara göre ise, kent MÖ. 261-263 yılları arasında II. Antiokhos tarafından kurulmuş ve kente Antiokhos'un karısı Laodike'nin adı verilmiştir.
     
    Laodikeia, MÖ. I. yüzyılda Anadolu'nun en önemli ve ünlü kentlerinden biridir. Kentteki büyük sanat eserleri bu döneme aittir. Romalılar da Laodikeia'ya özel bir önem vermişler ve Kıbyra (Gölhisar-Horzum) Conventus'unun merkezi yapmışlardır.
    İmparator Caracalla zamanında Laodikeia'da bir seri kaliteli sikke basılmıştır. Laodikeia halkının da katkılarıyla kentte çok sayıda anıtsal yapı yapılmıştır. Küçük Asia'nın 7 ünlü kilisesinden birinin bu kentte bulunması, Hıristiyanlığın burada ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. MS. 60 yılında meydana gelen çok büyük bir deprem kenti yerle bir etmiştir. 
          
Laodikeia'nın Yapıları
Büyük Tiyatro: Antik kentin  kuzeydoğu tarafında, Grek tiyatrosu tipinde araziye uygun olarak Roma inşa tarzında yapılmıştır. Scene'si tamamen yıkılmış olup, cavea ve orkestrası oldukça sağlam durumdadır. Yaklaşık 20.000 kişiliktir. 
 
Küçük Tiyatro: Büyük tiyatronun 300 metre kadar kuzeybatısında  yer almaktadır. Grek tiyatrosu tipinde araziye uygun olarak, Roma tarzında inşa edilmiştir. Scene'si tamamen yıkılmış olup, cavea ve orkestrasında da bozulmalar mevcuttur. Yaklaşık 15.000 kişi alabilecek büyüklüktedir. 
 
Stadyum ve Gimnazyum: Kentin güneybatısında, doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır. Stadyumun ek yapıları ile gimnazyum bir bütünlük teşkil edecek şekilde yapılmıştır. MS. 79 yıllarında yapılan stadyumun uzunluğu 350 metre, genişliği 60 metredir. Amfiteatr şeklinde yapılmış olan yapının, 24 oturma basamak sırası bulunmaktadır. Büyük bölümü tahrip olmuştur. MS. II. YY. 'da yapılan gimnazyum Proconsul Gargilius Antioius tarafından inşa ettirilerek imparator Hadrianus ve eşi Sabina'ya ithaf edildiğine dair yazıt bulunmuştur.
 
Anıtsal Çeşme: Kentin ana caddesi ile ara caddesi köşesinde yer almaktadır. Roma dönemi yapısıdır. İki cepheli olarak yapılmış havuz ve nişleri vardır. Bizans zamanında onarım görmüştür.
  
Meclis Binası: Kentin güneybatısındadır. Dikdörtgen planlı olan anıtsal yapı, doğu-batı yönünde uzanmaktadır. Ana giriş doğu cephesindedir.

Zeus Tapınağı:
 Antik Laodikeia kentinin sütunlu caddesinin doğu kesiminde, küçük tiyatro ile Nymphaeum arasında bulunmaktadır.
  
Büyük Kilise: Sütunlu caddenin güneyinde caddeye bitişik olarak inşa edilmiştir. Sadece taşıyıcı bölümlerinden bir kısmı ayakta kalmıştır. Ana giriş batısındadır.