18 Mayıs 2012 Cuma

Ala Camii


Ala camii

Roma, Bizans ve Türk Medeniyetlerini bir arada yaşatan Kadirli merkezinin ayakta kalan tek abidesidir.

2. asrın başlarında Romalılar tarafından bir manastır olarak yaptırılmıştır.Sert taşlarla yapılmış olan bu manastırın doğu cephesinin ortasına 5. asrın başlarında yine aynı dayanıklı taşlarla bir kilise ilave edilmiştir.

Bu kilisenin altı, bodrumdur.Bodruma inen kapı, manastırın batı yönündedir. 1947-1948 yıllarında Halet ÇAMBEL tarafından yapılan çalışmalarda bodrumdan bol miktarda insan kemiği çıkmıştır.

1133 yılında meydana gelen büyük depremde kilisenin batı kısmı hasara uğramıştır. Hristiyanlar, yıkılan bu yeri mahalli yumuşak taşlarla tamir etmişlerdir. (1147’den sonra).

Dulkadiroğlu Alaüddevle Bozkurt Bey’in oğlu Sarı Kaplan namıyla anılan Kasım Bey, bu kiliseyi babası adına camiye çevirerek buraya “Alaüddevle Mescidi” adını vermiştir. Caminin üzerini de kurşunla kaplatmıştır.(1480-1490).

1563 yılında tutulan Kars-zü’l-Kadiriye sancak defterinde Ala Cami civarındaki mahalle “Ala Mescid Mahallesi” olarak geçmektedir.

1695’te Rakka’dan (Suriye) firar eden aşiretler, Kars-zü’l-Kadiriye Sancağını tahrip ve yağma etmişler, bunun üzerine halk, civar sancaklara ve dağlara kaçmış, böylece sancak merkezi boşalarak harabe haline gelmiştir. Bu olayın sonucunda, sadece Ala Cami ile çevresindeki 10-15 kadar kemerli bina ayakta kalabilmiştir. Bu binalar, bezirganlarla çevresindeki aşiretlerin alış-veriş merkezi olmasından dolayı buraya Kars Pazarı denilmiştir.

1865 Islahat’ında Kars-zü’l Kadiriye kazasının kurucusu Binbaşı Hüseyin Hüsnü Bey, harabe halindeki bu camiyi restore ettirmiş, minaresini de onartmıştır. Caminin üzerindeki kurşun kaplamalar, daha önceden söküldüğü için, bu defa üzeri oluklu kiremitle kaplatılmıştır. Cami ve medrese olarak yeniden hizmete açılmıştır. Halk “Alaüddevle Cami’ine kısaca “Ala Cami” demiştir. Islahat’tan sonra ilk müderrisi ve Hocası da Tozlulu Mustafa Hocadır.

Ala Cami, 1868 Zeytun-Ermeni isyanında bir yıl levazım ambarı, 1873-1875 yılları arasında, yaz aylarında “aşar zahire ambarı” olarak da kullanılmıştır.1865’ten 1924’e kadar aralıksız cami ve medrese olarak hizmet vermiştir. Yapının içindeki odalıklarda ise köyden gelen öğrenciler yatılı olarak kalmışlardır.1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkmasıyla medrese, cami cemaatının daha çok öğrencilerden oluşması o yıllarda Hamidiye Cami’nin ihtiyaca cevap vermesi nedeniyle de cami, kendiliğinden kapandı.

1924-1960 yılları arasında Ala Cami kendi haline terk edildi. 1961’de Kaymakam Mehmet Can’ın çalışmalarıyla Kadirli Ortaokulu Müdürü Cahit YÜCEL’in başkanlığında Kadirli Turizm Derneği kuruldu. Bu dernek, ilk olarak camiye yakın evleri Rasim ÜNAL İlkokulu civarındaki belediyeye ait arsaları nakletti. İhata duvarı yaptırmak suretiyle camiyi, şimdiki haliyle koruma altına aldı.

Ala Cami, 4401 metrekare yüzölçümü ile eski eser olarak tescil edilmiş ve buranın mülkiyeti 7044 sayılı yasanın 1. maddesi gereğince Kadirli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1993/178553 sayılı kararıyla Vakıflar Genel Müdürlüğüne verilmiştir.

Vakfiyesine göre cami olarak kullanılmak durumunda olduğu belirtilen Ala Cami, Vakıflar Genel Müdürlüğünün 1996 yılı eski eser onarım programında olup bu konuda çalışmalar devam etmektedir. Vakfiyesine göre onarımı tamamlandıktan sonra cami olarak kullanılacağı Vakıflar Genel Müdürlüğünce belirtilmiştir.

Karaman Kalesi


Karaman Kalesi



Karaman il merkezinde, Hisar Mahallesi’nde bulunan Karaman Kalesi’nin XII.yüzyılda Selçuklular döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Kale XIV.yüzyılın ortalarında Karamanoğulları, XIII.yüzyılda İlhanlılar, XV.yüzyılın sonunda da Osmanlılar tarafından onarılmıştır. 

Karaman Kalesi dış, orta ve iç kale olarak yapılmış, irili ufaklı birbirlerinden farklı olarak dokuz burç ile takviye edilmiştir. Burçların alt yapılarının XIII.- XIV.yüzyıllarda yapıldığı, XV.yüzyılda da üst kısımlarının tamamlandığı sanılmaktadır. Bunun da nedeni taşlar arasındaki renk farklarıdır. 

İç kale köşelerinde silindirik veya pirizmatik şekilli büyük burçlarla sınırlandırılmış, muntazam olmayan dikdörtgen bir plana sahiptir. Burada büyük bir burç ve bununla kuzeydoğu köşe kulesi arasında yine dikdörtgen planlı küçük bir burç bulunmaktadır. İç kalenin doğu cephesinde kaidesi dörtgen üzeri üçgen pahlarla bağlanmış, yarım sekizgen planlı küçük bir burç, batısında da yine dikdörtgen planlı küçük bir burç onları tamamlamaktadır. Kalenin güneyindeki dikdörtgen planlı büyük burç ta iç kalenin girişini meydana getirmektedir. Basık kemerli giriş kapısının üzerinde sivri kemerli bir alınlık içerisinde dikdörtgen şekilde yazısız bir kitabelik bulunmaktadır. Bu kapının çevresi pahlı bir profille çerçevelenmiştir. Bu çerçevenin üzerinde birer kabaraların bulunduğu, içerisi rumilerle süslenmiş bir alınlık yerleştirilmiştir. Bu alınlığın çevresindeki duvarların taş örgüsünde de antik ve Bizans çağına ait malzemelerin kullanıldığı da görülmektedir. Giriş kulesinin il yapılışında iki katlı olduğu duvarlardaki izlerden anlaşılmaktadır. Girişin solunda Karamanoğulları döneminde, XIV.yüzyılda yapılmış ikinci bir giriş kapısı da dikkati çekmektedir. Bu kule güney ve doğu yönüne açılan mazgal pencerelerle aydınlatılmıştır. Buradan zamanla moloz ve toprak dolmuş ve bunun sonucu zemini yükselmiş bir iç avluya geçilmektedir. Bu avluda kulelerin alt katlarına girişleri sağlayan ve bugün toprağa gömülmüş kapılar ile burçlara çıkışı sağlayan merdivenler bulunmaktadır. Kalenin burçları ahşap döşemelerle katlara ayrılmış ve duvar içerisine yerleştirilmiş merdivenlerle iniş ve çıkışlar sağlanmıştır. Bu ahşap bölmelerden günümüze hiçbir iz gelememiştir. Ayrıca kalenin üst kısmındaki seyirdim yolları mazgal ve siperler de kısmen yıkılmıştır. 

Karaman Kalesi’ni XVII.yüzyılda gezmiş olan Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde bir takım bilgiler vermektedir: 

“…ve Kal’a-i Karaman hamunun ortasında havalesiz üç kat, bir kat şaddadi bina, sarp ve metin ve kavî kal’adır. İç Kal’ası bir mürtefi topraklı bayır üzre, şekl-i murabba, şeddadi iri iri taşlı kal’adır. Ve bu iç kal’anın cürmü altıyüz adımdır. Ve sekiz kule-i azimdir. Ve cevani bir erbaası amik ve ariz hendektir. Ve garba nazır ancak bir kapısı var, ağaç cisir ile geçilir. Üç kat demir kapılardır. Ve bu kapının iki tarafında olan dıvar taşlarının her birinde celi hat ile esma-ül hünsa tastir olunmuştur. Ve dizdar bunda sakin olur. Cümle kırkaltı hürde toprak örtülü evlerdir. Ve bir camiden gayri bir şey yoktur. Ve bu kal’adan taşra bir kat kal’a dahi çevrilmiştir. Orta Hisar derler. Şekl-i ile müdevver bir metin kal’adır. Ve başka hendeği vardır. Ve dairenmadar cürmü bin yediyüz adımdır. Ve cümle kırk kuledir. Ve iki kapıdır. Garp tarafından yol kapısı, kıble tarafından Pazar kapısıdır. Bu şehr-i azimi ihata eder, taşra baru kal’ası üçüncü katıdır. Çepçevirme yedi bin adım, kal’ayı kebirdir. Ve cümle yüzkırk kuledir. Ve cümle dokuz kapıdır. Evvele Paşa Camiinde kıbleye nazır emildenli kapısı ve şarka nazır şam kapısı ve garba nazır sekiçeşmesi kapısı ve yine şarka nazır şam kapısı ve garba nazır sekiçeşmesi kapısı ve yine garba nazır şam kapısı ve garba nazır kör soğuk kapısı ve Hazret-i Mevlana validesi türbesi dibinde parmakkapı ve cenuba toplar kapısı. Kıbleye imaret kapısı ve cenube Emir Ahmet kapısı ve kıbleye tekke kapısı ve cürümde olan ribat-ı azimin içinde cümle otuziki mahalle ve elliüç mihraptır”. 

Evliya çelebi’nin değindiği gibi iç surun güneye bakan Pazar Kapısı ile bunun çevresindeki burçlar ve duvarlar ayakta durmaktadır. Pazar Kapısının kemeri ve üst kısmı yıkılmıştır. Kalenin orta suruna girişte sol tarafta duvara açılmış büyük mazgal pencerelerinden bir tanesi günümüze ulaşabilmiştir. Orta surdaki bazı duvar ve burçlar evler arasında kalmıştır. 

Hatuniye Medresesi

    
Hatuniye Medresesi 


Dulkadiroğulları`ndan yadigar: Hatuniye Medresesi
Hatuniye Medresesi, şehir merkezindeki Cami-i Kebir mahallesindedir. 835 H./ 1432 M. yılında, Dulkadiroğullarından Nasıreddin Mehmed tarafından yaptırılmıştır. Diğer adı Şamiler Medresesi’dir.

İki eyvanlı Hatuniye Medresesi Anadolu'da Selçuklu medrese mimarisine uygun, simetrik planlı ve önündeki çeşmesiyle klasik hatlarını korumaktadır. Karamanlı medreseleriyle paralel bir gelişme gösterir. Medrese, Dulkadirlilerden Melik Nasırüddin Mehmed Bey tarafından 1431 – 1432 yıllarında yaptırılmıştır.

Kapısının üzerindeki mermer kitabesinde şu ifadeler yer almaktadır:

"Bu medreseyi büyük emir, hayır ve hasenat sahibi Arap ve Acem'in sultanlarının sultanı, dünyada emirler sultanı, dünya ve dinin yardımcısı saadetli merhum Halil oğlu Mehmed Allah günlerini daim etsin, Müslümanlar da o durdukça faydalandırsın- sevap umarak, ilim öğrenmekle uğraşacak, alim ve öğrenciler için Şevval 835'te (Haziran 1432) yaptırdı. Allah onun iütuf ve ihsanını kabul buyursun."

Dulkadiroğulları`ndan yadigar: Hatuniye Medresesi
Medrese sade ve sağlam bir kesme taş mimarisi ile klasik eyvanlı medreselerine bağlanmaktadır. Yapıldığı dönem Kayseri'nin sıkça el değiştirdiği bir dönemdir.

Medreseye batı yönündeki taçkapıdan girilir. Mukarnas dolgulu ve gösterişli taçkapı nişinin sağındaki cephe, ortada bir sütun üzerine sivri kemerlerle iki gözlü bir çeşme olarak düzenlenmiştir. giriş eyvanının iki tarafında ise avluya bakan tonozla örtülü derin birer niş yer almıştır.

Giriş eyvanından sonra avluya çıkılır. Giriş tarafındaki revakın üç kemerinden giriş kapısını ortalayan ortadaki diğer iki tanesinden daha geniştir. Bu revakın üzerindeki tonoz çatıyı iyon tarzında iki sütun taşımaktadır. Giriş eyvanın her iki tarafında küçük birer eyvan niteliğinde iki hücre bulunmaktadır. Bu hücrelerin hemen yanında da terasa çıkmayı sağlayan birer merdiven bulunmaktadır.
Kuzey ve güney yönündeki revaklarını tutan kemer aralıkları eşittirler. Bu revakları üç adet korent tarzı sütunlar taşımaktadır. Kuzey ve güney yönlerinde revakların arkasında karşılıklı ve eşit büyüklüklerde beşer adet oda bulunmaktadır.

Medresenin doğu cephesinde bulunan ana eyvanın önünde 6.60 metre genişliğinde sivri bir kemer bulunmaktadır. Aynı şekilde eyvanın sivri olan baş üstü kemerini ayakları boyunca aşağı inen dikdörtgen şeklinde geniş bir köşe çubuğu çevirmektedir.

Büyük eyvanın her iki yanında yuvarlak kubbeler ile örtülmektedir. Bu kubbelerden her biri 12 üçgen yüzlü bir kuşak ile duvarlara bağlanmıştır.

Hoşap Kalesi

Hoşap, Van Gölü'nün güneydoğusunda yüksek dağlarla çevrili bir plato üzerinde kurulmuştur. Van'ın Gürpınar ilçesine bağlı nahiye merkezi durumundadır. Urartu'dan beri Van-İran yolu üzerinde yer alması buranın önemini artırmaktadır. Bunun yanında kale ve diğer tarihi eserleri ile de eski ihtişamını bir nebze de olsa yaşatmaktadır. 


Van'a 60 km. Gürpınar'a 39 km. uzaklıkta bulunan Hoşap, içinden geçen akarsudan adını almaktadır. Günümüzde içerisinden geçen nehrin ikiye böldüğü idari bakımdan fazla gelişemeyen bir yerleşim birimidir. Tarihi eserlerin bulunması turizm potansiyelini artırmakta, bunun dışında tarım hayvancılık ve ticaret halkın başlıca geçim kaynağını oluşturmaktadır. 

Hoşap'ın bilinen tarihi Urartular'a kadar inmektedir. Bu dönemde, Hoşap Kalesi'nin güneydoğuya açılan Tuşba-Kelişin ordu yolu ile, Van-Kotur doğu yolunun kesiştiği kavşak noktasında askeri bir tesis olarak kurulduğu kabul edilmektedir. 

Urartular'dan sonra, Van ve çevresi ile birlİkte Hoşap Pers, Iskender, Selekvid, Roma ve Bizans egemenliğinde kalmıştır. Ortaçağda Vaspurakan Prensliği'nin şehirleri arasında yer almış, XI. yüzyıldan itibaren Türklerin hakimiyetine girmiştir. 

Selçuklularla başlayan Türk hakimiyeti, İlhanlılar döneminde devam etmiş ve bu dönemde Vilayet-i Ermen olarak adlandırılan Van eyaletinin bir şehridir. Daha sonra Karakoyunlar hükümdarı Kara Yusuf tarafından Mahmudiler olarak adlandırılan aşiret Hoşap'a yerleşmiştir. Burada Mahmudiler , kendi adlarıyla anılan bir beylik kurmuşlardır. 

Mahmudi Beyleri Karakoyunlu Devleti 'nin yıkılmasından sonra, Akkoyunlu, Safevi ve en son Osmanlı idaresine girerek varlıklarını korumuşlardır. Bölgede Osmanlı Devleti zamanında bu beylere irsi ocaklık olarak yeni bir statü kazandırılmıştır. Bu dönemde ''Mahmudi Hükümeti'' olarak Hoşap ve çevresini yönetmeye devam etmişlerdir. Özellikle Şerefname'nin verdiği bilgilere dayanarak, bunlar hakkında etraflı bilgi edinmek mümkün olmaktadır. Osmanlı-Safevi mücadelelerinde Osmanlı'dan yana tavır koyup, başarı göstermeleri neticesinde kendilerine bir takım imtiyazlar verilmiştir. Hoşap'ta günümüze kadar büyük ölçüde sağlam kalmış kalede yaşayan bu beyler varlıklarını 1839 Tanzimat Fermanı'nın ilanına dek sürdürmüşlerdir. Osmanlı'nın yeni idari teşkilatlanmasının sonrasında Hoşap, önce Mahmudi, daha sonra da Ma'muret'il Hamid kazasının merkezi durumuna gelmiştir. 

Cumhuriyet Türkiye'sinde 1925 yılında kaza, 1927 yılında nahiye, 1954 yılından itibaren ise Gürpınar ilçesine bağlı ''Güzelsu''ismiyle nahiye merkezi olmuştur. Bugün idari yapılanmasını gerçekleştirememiş ve köy olarak kalmıştır. 

Hoşap'ın adını daha çok kalesi gündemde tutmaktadır. Kale dışında medrese, türbe, köprü ve han gibi çeşitli işlevlerdeki mimari eserleri de üzerinde barındırmaktadır.

Rize Kalesi


Rize Kalesi 

13.ve 14.Yüzyıllarda Karadeniz ticareti milletlerarası bir hüviyet kazanmıştır. İtalyan şehir devletlerinden Venedik ve Cenevizlilerin bunda etkisi fazla olmuştur.
4. Haçlı seferi ile (1204) İstanbul’a yerleşen Haçlıları buradan çıkarmaya çalışan Bizans imparatoru 8.Mihail Paleolog’a Cenevizlilerin yaptığı yardım karşılığında Karadeniz limanları Cenevizlilere açılır.
Cenevizlilerde kuzeyde Kefe olmak üzere Güney Karadeniz kıyılarında yeni koloniler kurdular.
Köle ticaretinden, ipek yolu ticaretine kadar her şeyi Karadeniz’den Akdeniz limanlarına ve Avrupa’ya taşıdılar.
Kıyılarda yaptıkları kalelerde mal depolamayı ve güvenliği sağlamayı amaçladılar. 13. yy.’ da Cenevizliler tarafından yapıldığı Rize halkı tarafından yaygın olarak dile getirilmektedir.
Bugün Kale mahallesinin bulunduğu tepede yer alan bu kale turistik amaçlı olarak kullanılmaktadır.
Vaktiyle denize kadar uzanan surlar deniz dolgusu nedeniyle SSK Hastanesi yanında son bulmaktadır. 1532 tarihinde 31 muhafızın bulunduğu, kalenin Kethüdası Hasan Siyah oğlu Aydın’dı.
Tımarı Mozara köyünde bulunuyordu. Bu Tımarların Kanuni Sultan Süleyman devrinin ilk yıllarında toplam miktarı 4″.^84 Akçe idi.
Rize Kalesi, Aşağı Kale ve İç Kale olmak üzere iki bölümdür.
1-İç Kale: 150 m. Yüksekliğinde doğal bir yükselti üzerinde kurulmuştur. Doğu Roma İmparatoru Jüstinyen zamanında (527-565) yapılmıştır.
2-Aşağı Kale: Zamanında İç kaleden kuzeydoğuya ve kuzeybatıya yanlara açılarak uzayan ve denize ulaşan surlarla çevriliydi. 13 .yy.’da yapılmış olmalıdır.

Marmaris Kalesi

MARMARİS KALESİ 
Muğla Marmaris ilçesi Kemeraltı Mahallesi’nde, yüksek bir tepe üzerinde bulunan kale Osmanlı döneminde 1521’de yapılmıştır. Bu kale ile ilgili bir söylentiye göre; Kanuni Sultan Süleyman Rodos Savaşı dönüşünde bu kaleyi beğenmemiş ve mimarını astırmıştır. Bu yüzden de Marmaris isminin “Mimarı As” anlamından geldiği söylenmektedir.

Kalenin yapımından söz eden Evliya Çelebi burasının askeri bir üst olarak kullanıldığını belirtmiştir. Kale ana kaya üzerine dört tabyalı olarak düzgün taşlardan örülmüştür. Giriş kapısı üzerinde kitabesi bulunan kale içerisinde Dizdar, İmam, Kayyum ve nöbetçilere ait birer oda bulunduğunu Evliya Çelebi’den öğrenmekteyiz.

Piri Reis’in çizdiği haritada Marmaris Kalesi görülmemektedir. Kalenin tarihlendirilmesi ile ilgili bir başka görüşe göre, Kanuni Sultan Süleyman bu kalenin yapımını özellikle istemiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1520’de tahta çıktığı dikkate alınacak olunursa kalenin yapım tarihinin de 1521 olması düşünülmektedir.

 Kaleye bugün mahalle aralarından, dar ve basamaklı bir sokaktan girilmektedir. Bu sokağın girişinde Hafsa Sultan’ın kervansarayı da bulunmaktadır. Kale duvarları kesme taştan olup, 120 m. uzunluğunda ve 10 m. genişliğindedir. Kalenin yedi küçük bir de büyük odası vardır. Kalenin beşik tonozlu girişi avluya açılmaktadır. Avlunun sağ ve solundaki merdivenlerle de surlara çıkılmaktadır.

Kalenin büyük bir bölümü I.Dünya Savaşı sırasında, 1914’te bir Fransız savaş gemisinin topu ile yıkılmıştır. Bundan sonra Marmarisliler tarafından içerisinde bir mahalle kurulmuştur. Kaynaklarda kale içerisinde 18 ev ve bir çeşme ile sarnıç olduğu belirtilmektedir.

Kale 1980-1990 yılları arasında restore edilmiş ve 1991 yılında Marmaris Müzesi olarak ziyarete açılmıştır.


Han Camii


HAN CAMİİ
13. yüzyılda Selçuklular döneminde inşa edilen yapının ilk yapılışında "cami" değil "han" olduğu düşüncesi ağır basmaktadır. Bu görüş, mimari planın Selçuklu han planları ile daha çok örtüşmesinden doğmuştur. Han Camii, kubbesiz fakat altı pencereli orta tonozun hakim olduğu iç mimarisiyle dikkat çeker.

Kayseri il merkezinde Burhanettin Bulvarı üzerinde bulunan Han Camisi, 13. yüzyılda Selçuklular döneminde inşa edilmiştir. Uzun yıllardan beri bir cami olarak kullanılmakla beraber tipik bir Selçuklu hanı olduğu uzmanların görüşüne göre ağır basmaktadır.  Kitabesi bulunmamaktadır. Hanın ne zaman camiye çevrildiği ve ne zaman yapıldığı konusunda da kesin bilgi yoktur.Cami ile ilgili kayıtlar 1856 ve 1896 yıllarında geçirdiği onarımlarla ilgilidir.

 Mimari

 Cami,genişliği 29,5 metre, uzunluğu 38,9 metre olan dikdörtgen bir plan üzerine oturtulmuştur. Kıble tarafında dört ayak üstünde birbirlerinden kemerlerle ayrılan, üstleri tonozlu, önü açık revaklar şeklinde beş gözlü bir bölüm bulunmaktadır. Bunlardan ortadaki tonoz diğerlerinden daha geniş ve yüksektir.

 Caminin iç mekanı; kenarları masif kalın duvarlar ve ortada beş büyük kemerli bölümden oluşur. Burasını enine dört, boyuna altı sıra halinde yirmi dört adet ayak taşır. Orta sahın kıbleye dikey olarak kademeli tonozlarla yapılmışken, iki yandaki bölmeler kıbleye paralel biçimde yedişer hücreli olarak yerleştirilmiştir.
Orta tonoz kubbesiz fakat altı pencerelidir. Caminin kıblesindeki dört ve yanlardaki ikişer pencere sonradan açılmıştır. Binanın içi ve dışı iyi yontulmuş çok iri kesme taşlarla kaplıdır. Caminin doğu ve batısında birer kapı olduğu gibi, kıblesinde orta sahına denk gelen yerde de bir kapı vardır. Burası sonradan mihrab yapılmıştır. Caminin arka kısmında ahşaptan yapılmış oldukça eski bir mahfel caminin enine uzanmaktadır.

 Mihrap

 Han Camii'nin mihrabı, yukarıda da belirtildiği gibi; orta sahında bulunan kıble kapısı kapatılarak yapılmıştır.

 Bugün siyah kesme taştan yapılmış olduğunu mihrabın nişi Barok tarzı basit bir mukarnasla işlenmiştir. Üzerindeki büyükçe bir mermer levhada celi sülüsle 1373 (M.1953) tarihiyle mihrab ayeti yazılıdır.  Buna göre camiye 1950'lerde bir tamir yapılmış ve mukarnaslı mihrap da bu sıralarda konulmuş olabilir. Mihrabın işçiliğinin basitliği bu kanıyı destekler niteliktedir.

Minber
 Osmanlı döneminde yapılmış olduğu belli olan minber kesme taştan inşa edilmiştir. Giriş kapısı düz olup, on basamaklı bir merdivenle daha az bir meyille yükselir. Şerefesi, zarif dört ayak üzerine kuruludur ve kemercikleri sivridir. Altıgen külah önce prizmatik yükselir, altıgen bilezikten sonra iki kademeli ve konik olarak sivrilir. Alemi üç küplü ve hilallidir. Minberin altındaki mihraba geçit veren kapısı da güzel bir sivri kemerle işlenmiştir. Süpürgelikler de sivri kemerlerle süslüdür.

 Minare

 Caminin yapıldığı devre ait bir minaresi yoktur. Yakın zamanlarda kuzey batı cephesinde binaya bitişik olarak kesme taş bir minare yapılmış ve buna çıkış için de cami içinden bir merdiven inşa edilmiştir. Çokgen gövdeli minarenin şerefeden sonrası yıkıldığında uzun yıllar öylece kalmış, yakın zamanlarda kısa külah yapılarak bu eksiklik giderilmeye çalışılmıştır.

 Han Camii’nin ilk yapılışında şehrin kale surlarına dayandığı ve şehir kapıları kapandıktan sonra gelen yolcuların burada kaldığı sanılmaktadır.